ACTING IN THE LIBRARY
*"Der Gesetzesvollakt"
ACT 1
<meditation. sitting in library>
kütüphanede meditasyon. hareketsiz, sessiz oturuş.
SAHNE 1
Kütüphaneye giriş. Kafka'nın Dava'sı ve Anayasa'yı alıp uygun bir yer buluyorum. Kitapları yükselti olarak kullanarak rahat bir bağdaş oturuşuna geçiyorum. Hareketsiz sessiz, gözler kapalı (ya da sabit bir noktada) 30 dakika kalıyorum. Dikkatim nefesimde. Ayaklardan başın tepesine, başın tepesinden ayaklara, dikkati bedendeki duyumlara yönelterek, tüm bedenimi zihnimle tarıyorum (scan ediyorum). Üzerinde oturduğum kitaplar (Dava ve Anayasa) da bedenimin bir parçası, bir uzantısı oluyor; böylece onları da "scan" ediyorum. Ben otururken, diğerleri (ekip) istedikleri hareketler içinde, istedikleri hızda, benim yapmış olduğum gibi Dava'yı ve Anayasa'yı alıp birer birer geliyor, daire oluşturacak şekilde bağdaş kurarak -veya tercihen başka bir meditasyon oturuşunda- oturuyorlar. Daire tamamlanıyor. 30 dakikanın sonunda, son gelen çanı çalıyor.
ACT 2
.cycle speech.
.döngü söylev.
SAHNE 2
Üzerinde oturmakta olduğum Anayasa'yı alıyor ve rastgele bir paragrafı sessizlik içinde okuyorum. Diğerleri hareketsiz. Okuduktan sonra yanımdakine uzatıyorum, benim kaldığım yerden o okumaya başlıyor, sessizlik içinde. Ben aklımda kalanları seslendirmeye başlıyorum; aklımda kaldığı kadarıyla, eksikler ve fazlalarla. Bilinçaltımın oyunları, dil sürçmeleri, uyduruk cümleler, ani sessizlikler bu seslendirmenin akışını belirliyor: akıl-dışı beni seslendiriyor.
I am not the doer. I am non-doer. "Yeni" kanunlar ağzımdan dökülürken, "kanun-suzlar"dan hemen yanımdaki, bu seslendirmeye maruz kalarak, sessizce, az sonra seslendireceği paragrafı okumakta, o esnada. Bu şekilde dairesel okuma-seslendirme devam ediyor; her sessiz okuyucu, okuduklarıyla birlikte kendinden bir öncekinin -ve daha öncekilerin her birinin- "bilinçaltı"nın sesini içselleştiriyor, sırası geldiğinde kafasının içindeki seslere karışan bu sesleri de bir şekilde kendi sesiyle seslendiriyor.
Bu arada bir sekreter söylenen her kelimeyi daktilosuyla kayıt altına alıyor; mahkeme salonu-kütüphanede.
Herkes seslendirdikten hemen sonra, daire tamamlandığında, son seslendiren çanı çalıyor. *Yerimden kalkıp halihazırda dönmekte olan videomun olduğu dolaba doğru yürüyorum.
ACT 3
non-doer
non-performer
eden-siz performans
video
SAHNE 3
Video-
sahne dışından sahneye, sahneden sahne dışına
Kafka'nın Dava'sından seçtiğim bir bölümü, sadece romanın kahramanı K.'nın "act"lerinden oluşan bir özet haline getiriyorum. Önüne kamera yerleştirdiğim giysi dolabının içine giriyorum - kamera kayıtta- yalnızca bu cümleleri seslendirerek performe ediyorum. K. yok, eylemleri var (mı?): deeds are done but there is no doer. Ben var mıyım, var isem, ben de kimim? Performansı gerçekleştiren ben miyim? Ben sahne dışından biriyim. Halihazırdaki sahneye -kadraja girdim. I am non-performer. Peki sahne bu çerçeve midir? Kayıt eden, kadraj dışındaki kişi de benim. Sahne dışıyım: non-performer. Aynı zamanda var gücümle sahneye; kadraja girmeye çabalıyorum. (Bu çaba gerekli mi? Hiç de değil, zaten ordayım: effortless effort -çabasız çaba) I am non doer. Burada kalmak bir süre sonra fiziksel sebeplerden ötürü mümkün olamıyor. Fakat bedenim giderek gözden yitse de, (b)eden-siz performans oluyor.
...*Yerimden kalkıp halihazırda dönmekte olan videomun olduğu dolaba doğru yürüyorum.(bknz. SAHNE 2) İçindeki ekranda videomun dönmekte olduğu dolaba yerleş(em)iyorum. "Ekranın; "ayna"nın önüne, belleğin herhangi bir yerine yerleşip, herhangi bir yerinden okumaya başlıyorum Dava'yı (K.'nın act'lerini). Bu arada ekranın önünü kapatıyorum haliyle, çekilmemi isterseniz çekinmeden söyleyiniz. Dikkate almayabilirim, ne de olsa yapan ben değilim. I am non doer.
PEKİ NEDEN?
someday you'll be a star in somebody else's sky
BUT WHY?
>It's all about internalizing the knowledge<
Bütün mesele bilgiyi içselleştirmekte. Bu içselleştirmeden hareketle eylemeke. Ve buradan ilişkilenmekte. Her şey ilişkidir. İlişki her şeydir. İçin ve dışın bütünlüğü içinde. Bütün mesele bu, bütün-lük.
KİM GÖRDÜ
NE DEDİ?
Beuys dedi ki, herkes sanatçıdır. Warhol dedi ki, herkes 15 dakikalığına ünlü olacak. Freud yorumcusu Rieff dedi ki, Freud herkese yaratıcı bir bilinçaltı vererek dehayı demokratikleştirdi. Fırsattan istifade, ben de bir şeyler dedim. Dedim ki, Otorite, Deha, Anayasa; hepsi bir, kökü bizde, kes kes ye. Dedim ki, bunların üçüyle bir adaya düşsem, aç kalmam. Demokratik bir süreçte, dehamın ışığıyla parlar, ünlü bile olurum. Olurum derken... Ben de KİM oluyorum? Ben sadece oluyorum. Buddha dedi ki, there is no doer. There is no doer or actor. As Buddha said - 'There is a path, there is walking, but there is no traveler. Deeds are being done but there is no doer. Yapan ben değilim. I am not the doer. Ben sadece oluyorum. The whole process is a "mode of becoming" as Judith Butler says.
I am non doer.
CHORUS
we all want to be famous. sometime. somehow. we read. we speak. we sing. we act. we react. we do not act. we do. we do not do. we are non doers. non performers. but in the future. we all gonna be. stars. in somebody else's. sky. it's all written. in the stars. it's all written. over there. in library. so let's act. in library.
we are all outlaws. who made the laws? we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?we are all outlaws. who made the laws?
KORO
hepimiz ünlü olmak isteriz ya. bi ara. her nasılsa. okuyoruz. konuşuyoruz. şarkı söylüyoruz. eyliyoruz. eyleniyoruz. eylemiyoruz. ediyoruz. etmiyoruz. etmeyenleriz biz. eylemeyenleriz. ama bi gün. hepimiz. yıldız olucaz. bi başkasının gök. yüzünde. hepsi yazılı bi. yerlerde. yıldızlarda. oralarda bi yerde. hepsi yazılı. kütüphanede. hadi öyleyse. hep birlikte. eyle. kütüphanede.
topumuz gugukuz kimin hukuku? topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?topumuz gugukuz kimin hukuku?
-------
koroya eşlikçi enstrümanlar: vurmalı çalgılar- tüm kitaplar, raflar, beden perküsyonu, çan.
*Der Gesetzesvollakt :"Yasaların çırılçıplaklığı" çağrışımlı, uydurma bir sözcük. Der Gesetzesvollzug -yasaların icrası'ndan türetme. Das Gesetz kanun, yasa;
Der Vollzug icra, infaz, yerine getirme; Der Zug tren, cereyan, nefes, hamle, oynama; Der Akt eylem, fiil, hareket,
işlem, muamele, nü, perde (tiyatro), çıplak resim, çıplak vücut, olay,
cinsel ilişki gibi çeşitli anlamlara geliyor. Vollakt tamamen çıplak
resimler, fotoğraflar (sanatsal, nü) için kullanılıyor.
Şafak Çatalbaş
30 Haziran 2012 Cumartesi
28 Haziran 2012 Perşembe
statement ( henüz tamamlanmadı- düzeltmeler ve eklemeler gerekicek)
In
my own research process, I have considered library as the embodiment of bodies
which are constituted through certain forms of knowledge and hierarchy. A book
can be considered as a body to produce (establish) a way of thinking that is
composed of letters, words, sentences and paragraphs. Through my own artistic practice,
I approached knowledge as an archive piled up in a library where every
individual confronts it in that specific space in silence and in privacy. Also
this confrontation in a library is mostly based on consumption of knowledge or literal absorption rather than production. It is reading rather than
writing, it is based on monologue rather than a dialogue. A library and a book
which proposes a form of reading, it is always there for me to subvert the
meaning of usual forms. Firstly, my experience in the library is about writing
letters submitted in an envelope to the library or a possible visitor after
spending hours in that specific library. It was a gesture of leaking out to
those silent monologues. Secondly, I have checked the catalogue of a library for
certain poetry book, if it is not present in that library I am bringing my own
book to spend 6 hours in that library. I have written another poem between the
line spaces of that poetry book and giving it to the library as a gift to the
right alphabetical ordered shelf. In this sense, it becomes the only book which
can be borrowed that has no due date and cannot be searched through catalogue
engine.
Besides, one of the continuous practices of mine is to deal with the
book as an object with all its contents, pages, letters, covers, its smell and
also its taste. Fragmentation of the body of the book by dismembering the pages
to evoke another chain of connotations is one of the essential aspects of the practice.
Whereas these are just
books which are the containers of thought, comprehension of their content is
obstructed due to the reason of deconstruction of the usual mode of reading.
I have altered the usual form of reading to trace a book as a compile of
memory which rewrites itself in relation to possible reader’s memory and idiosyncratic
associations? In this
sense, the book is dismembered and altered to another form which questions the
digestion and transformation of knowledge proposed by ontological hegemony of
the book. Each book can be considered as a container, a form of a body. The
book is not legible in the usual sense so the obstruction by fragmentation is
one of the recurring ideas. The performed actions on pages and
books are to disrupt the integrity of its wholeness and to subvert its
subjection. Books are not only objects but they are also the embodiment of idea
of civilization and progress. Books define a system of thoughts and beliefs, or
they are defined as the objects of civilization. I give a readable object an
unreadable form and it creates the sense of appreciation of source of knowledge
as well as questioning the possibility of a rupture in that knowledge.
d.
d.
27 Haziran 2012 Çarşamba
Personal Research
After reading Alberto Manguel’s books called “Library At Night” and “The History of Reading” , the meaning of library for me evolved in another direction. The keywords are that Manguel were keen on in both books are eternity, labyrinth order and disorder. Unintentionally, my works began to shape around these notions. During my regular visits to libraries while reading these ideas, I started to experiment with my camera on how to look at the library in different ways. My attitude towards libraries became mysterious, distant and frightened as I started to see them as infinite labyrinth where I can get lost or never get out again. So my images resulted from a gaze of a voyeuristic person who is holding back from losing him/herself in and investigating the library as its an eternal labyrinth and a frightening place where anything weird can happen. Because it contains many words, images stories and knowledge, the library is a powerful formation which can hunt down my imaginary curious person.
Besides, while reading Dreaming by the Book by Elaine Scarry, I came across another idea from J.J. Gibson’s “kinetic depth effect” which means using layer on layer method in literature to make the reader picture the scene which is described. As I have always been interested in and admirer of layered images and installations, I developed ideas around using transparent layers to give depth and eternity to an image or a sentence. This made me think of the order of library and how it goes eternal and becomes a disordered formation by adding more knowledge- and obviously more books- as Jorge Luis Borges mentions in his short story called “The Library of Babel”. The last sentence of this story which is The Library is unlimited and cyclical. If an eternal traveler were to cross it in any direction, after centuries he would see that the same volumes were repeated in the same disorder (which, thus repeated, would be an order: the Order). has triggered me to try a layered exhibition system with words. Dividing the sentence into sections and printing on transparent papers, I arranged them back to back to give a feeling of order -but on the other hand disorder -by a proper typography and make the spectator feel that the sentence goes infinite. With the sentence’s meaning and the exhibition method, the result is an ironic work.
From these experiences and sketches of ideas, I will concentrate on using transparency and layer on layer methods by combining the voyeuristic gaze and the infiniteness of the library after reading and taking references from Trial by Franz Kafka.
Aslı
Dava kitabında Kapı ( kitapta en önemli metaforlardan biri olarak) kelimesinin geçtiği cümlelerden oluşturulan bir metin.
Aynı
anda kapı vuruldu ve o evde daha önce hiç görmediği bir adam girdi içeri. Ama
adam uzun süre incelenmeyi beklemedi; kapıya doğru dönüp hafifçe aralayarak,
hemen arkasında durduğu anlaĢılan biriyle konuştu. "iyiliğiniz için
yapıyordum bunu," dedi yabancı; ve birden kapıyı açtı. Daha yeni
karşılaştığı kişiden gözlerini ayırıp az önce Franz diye adı anılan kapı eşiğindeki
adama göz attıktan sonra, yine ötekine döndü. Bitişikteki odaya geri
döndüğünde, karşıdaki kapı açıldı. Onu tanır tanımaz, belirgin bir sıkıntıyla
özür dileyerek geri çekildi ve büyük bir özenle kapıyı kapattı. Elinde kâğıtlarla
odanın ortasında dikilmiş, bir daha açılmayan kapıya bakakalmıştı; gözcülerin
sesiyle yerinden sıçrayarak kendine geldi. Yan odanın, hatta holün kapısını
açmak istese, engellenir miydi acaba? Giyinmesi bittikten sonra, Willem'i
izleyerek yan odadan iki kanatlı kapısı açık duran bir sonraki odaya geçmek
zorunda kaldı. Gidecek olurlarsa, onları kapıya kadar izleyip kendisini
tutmalarını önermeye niyetliydi. "Bakın," dedi kapıya varmış olan
polis şefi. Şimdi kapının önünde sıkışıp kalmış bir topluluk oluşturuyorlardı.
K. orada durup açık kapıdan onlara baktı; son giden elbette ki, zarifçe ama
sportif bir biçimde ileri atılan vurdumduymaz Rabensteiner oldu. Holde, Bayan
Grubach herkese kapıyı açtı; hatasını fark etmiş gibi görünmüyordu. Kullich ansızın
karşı evin kapısını gösterdi; sarı sakallı iri yarı adam duruyordu orada. Akşam
saat dokuz buçukta evin önüne vardığında, araba kapısının altında, bacaklarını
açmış sakin sakin pipo tüttüren bir delikanlı keşfetti. Dosdoğru odasına
gidebilirdi, ama Bayan Grubach'la konuşmak istediği için ilk önce onun kapısını
vurdu. Bay K., madem ki benimle bu kadar içtenlikle konuşuyorsunuz, kapıya
biraz kulak verdiğimi ve iki gözcünün bana bir şeyler anlattıklarını itiraf
edebilirim size. Kapıya vardığında, bir soru daha sordu:"Bayan Bürstner
burada mı?" "Önemli değil," dedi başını eğen K., gitmek üzere
kapıya dönerek. Bayan Bürstner'in odasının kapısını açmaya gitti. "Ama Bay
K.," dedi Bayan Grubach, onu çoktan açtığı kapıya kadar izleyerek,
"ġimdilik onunla konuşmaya niyetli değilim. "Temizmiş!" diye
atıldı K., kapı aralığından. Sonra da kaba bir hareketle kapıyı kapattı; yine
hafifçe vuruldu, ama aldırış etmedi. Boş sokağa bakmaktan yorulunca, içeri
girenleri hemen görebilmek için holün kapısını araladıktan sonra kanepeye
uzandı. Yukarı çıkıldığını duyunca, boş bulundu ve kapısının arkasına sığındı.
Giriş kapısını kapattı ve içi ürpererek ince omuzlarının üzerine ipek bir şal
attı. Ne yapacağını bilemiyordu, yitirilecek zaman kalmadığından, kapı
aralığından alçak sesle, "Bayan Bürstner," diye seslendi. Bunun
üzerine yan odanın kapısına kısa aralıklı sert darbelerle vuruldu. Ama kapıyı
vuran kim olabilir? Adam kapıyı dinliyor, her şeyi duyuyor. Bu sessizlik içinde
birden kapı vurulmaya başladı. Bayan Bürstner bu kez izin verdi ve onu kapıya
kadar geçirdi. Ancak kapıya vardığında, genç kızı orada bulmayıbeklemiyormuşçasına
duraksadı. Bayan Bürstner de kurtulup kapıyı açmak ve hole süzülmek için bu
fırsattan yararlandı. Baksanıza -altından ışık sızan yüzbaşının kapısını
gösteriyordu- lambayı yakmış, bizi dinleyerek eğleniyor." Hizmetçi, odanın
boş olduğunu sanıp önünden geçerken kapısını kapatsa da, bir süre sonra ayağa
kalkıp tekrar açıyordu. Kapıyla pencere arasında gidip gelmeye başladı. Kapı
vurulduğu sırada, yine tam önündeydi. Holden geçerken, Bayan Bürstner'in kapalı
kapısına bir göz attı. Kapıyı vurma zahmetine katlanmadan, fırtına gibi
açıverdi. Kapının her iki yanına birer dolabı çaprazlamasına yerleştirecek
kadar yer vardı, geride kalan alanın tümünü, kapı giriĢinden baĢlayıp eriĢilmez
hale gelmiĢ büyük pencerenin önüne kadar uzanan büyük bir masa kaplıyordu. Yavaşça
ayağa kalktı, önce Bayan Montag'a, sonra masaya, sonra da pencereye baktı -karşı
eve hâlâ güneş vuruyordu- ve kapıya yöneldi. Ama kapının önüne vardıklarında,
her ikisi de gerilemek zorunda kaldı; çünkü Yüzbaşı Lang'in ittiği kapı
açılıvermiĢti. K. Bayan Bürstner'in kapısını vurdu. Yoksa kapıyı bu kadar yavaşça
vuranın ancak K. olabileceğini sezdiği için varlığını mı gizliyordu? Daha hızlı
vurdu ve yine bir sonuç alamayınca, yakışıksız, üstelik gereksiz bir iş yaptığı
duygusuyla, dikkatle kapıyı açtı. Kapının yakınında, çamaşır ve giysilerle dolu
üç iskemle görülüyordu. Kapıyı kapatırken, yemek odasına açılan kapıda Bayan
Montag'ın Yüzbaşı Lanz'la sakin sakin konuştuğunu görmek ona çok daha ağır
geldi. Belki de K kapıyı açtığından beri oradaydılar. Ne olduğunu henüz hiç
bilmediği bir işaret taşıyan, ya da kapısının önünde belli bir hareketlilik
olan evi uzaktan tanıyacağını düşünmüştü. Alabildiğine uzun bir cephesi ve
kocaman bir giriĢ kapısı vardı. Depo kapıları kapalıydı ve bazı tabelalardaki
firma adlarını K. banka aracılığıyla tanıyordu. Bayan Grubach'ın yeğeni de aynı
ada sahip olduğu için aklına gelmişti bu- bütün kapıları çalıp marangoz Lanz’ın
orada oturup oturmadığını soracak, böylece içeriye bakmak için bir bahanesi
olacaktı. Ancak bu işin çok daha kolayca yapılabileceğini fark etti, çünkü
neredeyse tüm kapılar, çocukların rahatça girip çıkabilmeleri için açık
bırakılmıştı. K. kapalı gördüğü kapıları teker teker vurarak marangoz Lanz’ın
orada oturup oturmadığını soruyordu. Çoğunlukla kapıyı bir kadın açıyor, soruyu
dinliyor ve yatakta dikilen birine dönerek,"Bu bey burada marangoz Lanz
diye biri olup olmadığını soruyor," diyordu. Bir sürü insan şu marangoz
Lanz'ı bulmanın kendisi için çok önemli olduğunu sanıp uzun uzun düşünüyor ve
sonunda adı Lanz olmayan bir marangozdan söz ediyor, ya da Lanz'la uzaktan bir
benzerlik taşıyan bir ad söylüyor, hatta ya komşuya gidip soruyor ya da söz
konusu kişiyi tanıyabilecek veya K.'ya daha iyi bilgi verebilecek birinin
bulunduğu, ulaĢılması zor olan bir kapıya kadar ona eĢlik ediyordu. Ancak
çabalarının boşa çıkmasına kızarak tekrar yukarı çıktı ve beşinci kattaki bir
kapıyı çaldı. Sabunlu eliyle yan odanın açık kapısını gösteriyordu. Ardından
kapı kolunu tutup, "Sizin arkanızdan kapıyı kapatmam gerekiyor, başka
kimse giremeyecek," demeseydi, K. herhalde söyleneni yapmayacaktı. Kapının
önünde duran iki adamın -birisi elleriyle para sayma hareketi yapıyor, dfğeri
de onun gözlerinin içine bakıyordu- arasından bir el, K.’nın koluna yapıĢtı.
Bağıranın o olup olmadığı anlaşılamıyordu. K. yalnızca, bir adamın onu kapı
yakınlarında bir köşeye çekerek kendisine yasladığını görüyordu. Ancak sorgu
yargıcı K.'dan daha çabuk davranmış olmalıydı, çünkü kendisini kapıda
bekliyordu. Kolunu çoktan yakalamış olduğu kapıdaydı
gözleri."Alçaklar!" diye bağırdı K. kapıya bakarak,
"Sorgulamalarınızın tümü sizin olsun!" Sonra kapıyı açtı ve
merdivenleri çabucak indi. Kendisini anımsayan birkaç kiracı, kapı eĢiğinden
selam verdi. Kimseye yol sormasına gerek kalmadan varacağı kapıyı buldu ve
vurur vurmaz açıldı. Ancak kadın, salonun kapısını açarak onu ikna etti.
"Hayır," dedi kadın kapıyı kapatarak. Salon kapısında genç bir adam
duruyordu. Kendisinden hiç beklenmeyen bir güçle kadını kucağına alıp arada bir
ona sevgiyle bakarak, iki büklüm sırtıyla kapıya doğru koştu. Merakla kadının
götürüldüğü kapıya gitti, öğrencinin herhalde sokakta onu kucağında taĢıyacak
hali yoktu. Kapının hemen karşısında, tavan arasına çıkıyor olabilecek dar bir
ahşap merdiven göze çarpıyordu. K. hâlâ tabelanın önünde dikili dururken,
merdivenden bir adam çıktı, açık kapıdan odaya baktı -buradan duruşma salonu da
görülüyordu- ve K.'ya, birkaç dakika önce orada bir kadın görüp görmediğini
sordu. dönebileceğimi sanmam için, fazla uzağa göndermemeye özen gösteriyorlar.
Elimden geldiğince acele ediyorum, ilgiliye verilecek haberi kapıdan öyle soluk
soluğa bağırıyorum ki zor anlaĢılıyor, çabucak geri dönüyorum, ama öğrenci daha
çabuk davranmıĢ oluyor! Ġçeri girerken neredeyse düşüyordu, çünkü kapının
arkasında bir basamak daha vardı. Kaba yapılı kapıları tavan arasının çeşitli
bölmelerine açılan uzun bir koridordu burası. K. ile mübaşirin geldiklerini
görünce, kapıya yakın duranlar ona selam vermek için yerlerinden kalktılar.
"Şu köşeden dönün ve kapıya varıncaya kadar koridoru izleyin."
Çevresindeki çok sayıdaki ahşap kapılardan birinin açıldığını görünce, ancak
ortalığa bakınabildi. İlk kapıdan her an çıkabilecek yüksek dereceli memurlarla
karşılaşacak olursa, durumu kaldıramayacaktı artık. K.'nın uzaktan gördüğü adam
da kapıya kadar gelmişti. Sonra da, "Yardım edin lütfen," diye
seslendi kapıda duran adama. Beni kapıya kadar götürün, yeter. Kendini kötü
hisseden sanıkları kapıya kadar götürmek zorunda olmadığı halde, bu işi
isteyerek yapıyor. Bunun üzerine, çıkış kapısının önünde durduğunu fark etti.
Kapıyı genç kız açmıştı. Çabucak kapıyı kapatmasaydı, genç kız belki de yere
düĢecekti. Bunu izleyen akşamlardan birinde, K. çalıĢma odasını ana merdivenden
ayıran koridordan geçerken -son çıkanlardan biriydi ve bir lambanın zayıf ışığında
son işlerini tamamlamakta olan iki odacı dışında kimse kalmamıştı- hep basit
bir ardiye zannettiği odanın kapısının ardından inlemeler duydu. Aklına ilk
gelen, bir tanık gerekebilir düşüncesiyle gidip bir odacı bulmak oldu; ama
öylesine meraka kapılmıştı ki, kapıyı açıverdi. Kapıyı kapatır, hiçbir Ģeyi
görmek ya da duymak zorunda kalmadan dosdoğru evime dönerdim. K.'nın
müdahalesinin işe yarayacağını beklediği için olsa gerek, o ana kadar kendini
tutan Franz, üzerinde yalnızca pantolonuyla kapıya doğru ilerledi ve K.'nın
önünde diz çökerek koluna asıldı. K. çabucak kapıyı kapattı, avluya bakan
pencerelerden birine yaklaştı ve açtı. Ne olursa olsun, K. kapıları kapatmaktan
başka bir şey yapamamıştı, yine de her türlü tehlikeden uzak sayılmazdı. Ardiye
kapısının önünde durdu ve bir süre içeriyi dinledi. K. tam elini kapının
tokmağına uzatıyordu ki, birden kendini toparladı. Çıkarken yolu ardiyenin
önünden geçtiği için, saplantısı onu kapıyı açmaya zorladı ve beklenen karanlık
yerine gördüğü şeyler onu çıldırttı. K. hemen kapıyı kapattı, hatta daha iyi
kapatmak istercesine yumruğuyla üstüne vurdu. Odacı herhalde kapının arkasından
bizi dinliyordur. Kapı kapanır kapanmaz da bağırmaya baĢladı: "Çok şükür!
Soytarı herif nihayet gitti! Artık biz de gidebiliriz." İnsan ister
istemez bu konularda sezgisini yitiriyor, hangi kapıyı çalacağını bilemiyor.
Amca giriş katındaki ilk kapıyı çaldı. İki kocaman kara göz kapının dikiz
deliğinde belirip bir an ziyaretçileri süzdü, sonra kayboldu. Ancak kapı
açılmadı. Koridorun öbür ucundaki bir kapının eşiğinde sabahlığıyla ayakta
duran bir bey, son derece alçak bir sesle yapmıĢtı bu açıklamayı. "İşte
açıyorlar," dedi adam avukatın kapısını göstererek, sonra sabahlığının
önünü kapatıp gözden kayboldu. Kapı gerçekten de açılmıştı. "Avukat bey
hasta," dedi genç kız, amcanın hiç beklemeden kapılardan birine doğru
yöneldiğini görünce. Kız giriş kapısını kapatmak için arkasını döndüğü halde,
K. şaşkın şaşkın ona bakıyordu hâlâ. "Sanırım öyle," dedi genç kız
elindeki mumla yolu göstermek ve odanın kapısını açmak için geri gelerek. Genç
kız hâlâ elindeki mumla kapının yanında duruyordu. Soluk almak için ara
verdikten sonra, "Bahse girerim bizi dinliyordur," diye ekleyip
kapıya atıldı. Ama kapının arkasında hiç kimse yoktu, amca geri geldi, düş
kırıklığına uğramış gibi değil de -çünkü bakıcının orada olmaması çok daha
kötüydü- sinirlenmiĢ görünüyordu. Derken, sevgili Albert, sen kapıyı
yumrukladın ve Sayın Kalem Müdürü, iskemlesi ve masasıyla birlikte bir köĢeye
çekildi. Gözlerini karanlığa alıştırmaya çalışarak hole çıktığı anda, kapı
kolunu hâlâ sımsıkı tutan elinin üstüne kendisininkinden çok daha küçük bir el
yapıĢtı. Küçük el kapıyı yavaşça kapattı. "Ne iyi! Haydi gelin!" Birkaç
adım attıktan sonra, buzlu camlı bir kapının önüne geldiler. Kız kapıyı açtı. Özellikle
de kapının sağ tarafında asılı duran büyük bir tuval dikkatini çekti ve daha
iyi görebilmek için öne eğildi. Amca, yeğenini kolundan tuttuğu gibi, oraya
çivilemek istercesine binanın kapısına itti. Ġnanılmaz bir nezaket göstererek
kapıda bir süre daha bekledi, sonra ayrıldı. Bu durumda memurların öfkeye
kapılıp sanıklara çok kırıcı biçimde davranmalarına K.'nın ĢaĢırmaması
gerekirdi. Yirmi dört saatlik nankör bir çalıĢmadan sonra da, sabah kapının
arkasında pusu kurup içeri girmek isteyen bütün avukatları merdivenden aĢağı
yuvarlamıĢtı. Tam o anda kapı açılmıĢ, yardımcı müdür kahkahalar atarak içeri
girmiĢti. Hem neden -kapalı kapının ardından insan bu soruyu sorduklarını duyar
gibi oluyordu- onca çalışkan biri olan K., en verimli iş saatlerini kendi özel
uğraşlarıyla ilgilenerek geçiriyordu? Kapı açılıp da yardımcı müdür sanki bir
tül perdesinin ardından belli belirsiz göründüğünde bile, gözlerini ancak
hafifçe kaldırabildi. Sanayici, kapının önünde bir kez daha dönüp veda etmeden
ayrıldığını, sayın şefe konuşmanın sonucunu bildirmek için geri döneceğini, hem
zaten kendisine iletilecek küçük bir haberi olduğunu söyledi. Arada bir,
gürültü duyar gibi olunca, hafif bir kuşkuyla bekleme odasının kapısına
bakıyordu. K. ona eşlik etmek istercesine kapıya doğru ilerledi. Çoktan kapıya
ulaşmış olan müşteriye kısaca teşekkür etmekte bile zorlandı. Çabucak bir not
yazarak kuşkulu birini bankaya çağırıp yardımcı müdürün kapısından iki adım
ötede onunla davası hakkında görüşmeyi düşünebildiyse, başka tehlikelerle karşılaşması
ve görülmeyen engellere toslaması da olanaklı, hatta büyük bir olasılık
sayılmaz mıydı? Odanın açık kapısından, kar yağıĢının gitgide şiddetlendiği
görülüyordu. Sonra da kendi odasının bekleme salonuna giriş kapısını açtı.
Öfkeye kapılan K. kapıya yaklaşırken, "Ah! Siz hâlâ gitmediniz mi?"
diye seslendi yardımcı müdür. Bu düşünceyle biraz sakinleşerek, bir süredir
kapıyı açık tutan odacıdan, halledilmesi gereken işleri yüzünden dışarı çıkmak
zorunda olduğunu bir ara müdüre bildirmesini istedi ve kendi işine zaman
ayırabildiği için neredeyse sevinerek bankadan ayrıldı. Ressamın oturduğu evin
büyük kapısının tek bir kanadı açıktı. Dükkânın kapısı açıktı. K.'nın durakladığı
anda, bir kapıdan fırlayan birkaç kız çocuğu gülerek merdiveni tırmanmaya
koyuldular. K. onları yavaşça izledi, tökezlediği için arkada kalan bir kızı
yakaladı ve ötekiler grup halinde tırmanmayı sürdürürken ona sordu: "Bu
binada Titorelli diye biri var mı?"
Oraya
çıkan merdiven tümüyle görülebiliyordu: daracık, upuzun, dimdikti ve tam
kapının önünde son buluyordu. Küçük ve eğri bir çatı penceresinden gün ışığı
aldığı için diğerlerine oranla çok daha aydınlık olan bu boyasız ahşap kapının
üstünde, kalın fırça darbeleriyle kırmızı renkte Titorelli adı yazılıydı. K. peşindeki
kızlarla birlikte merdivenin yarısına kadar tırmanmıştı ki, kapı aralandı ve
birçok ayak sesinin çıkardığı gürültü nedeniyle olsa gerek, üstünde yalnızca
bir gecelik bulunan bir adam belirdi. Onlar daha yukarı çıkamadan, ressam
kapıyı sonuna kadar açıp yerlere kadar eğilerek K.'yı içeri davet etti. Kambur
kız, onun kapıya doğru uzattığı kolunun altından kayarak odanın içine süzülmeyi
başardı. Kapının önünde duran kızlar hep birlikte çenelerini kaldırıp ressama
K.'nın anlayamadığı şaka yollu sözler söylediler. Sonra kapıyı kapattı ve
K.'nın önünde hafifçe eğilerek kendini tanıttı: "Ressam Titorelli."
K., arkasında kızların fısıldaştığı kapıyı göstererek, "Buraya sık sık
geliyorlar galiba!" dedi. Kapının anahtarını yaptırmışlar, birbirlerine
veriyorlar. Sözgelimi, resmini yapmak için yanımda bir kadınla geliyorum,
anahtarımla kapıyı açıyorum ve masanın yanında, dudaklarını fırçayla kırmızıya
boyayan kambur kızı buluyorum. Tam o anda, kapının ardından ince, sivri bir ses
korkuyla yükseldi: "Titorelli, içeri girebilir miyiz?" Sonra da
kapıyı kilitledi. Kapının ardından yine kızların sesi duyulmaya başlamıştı.
Kapı aralıklarından içeriyi görmek için itiĢiyor olmalıydılar. Kapının
ardındaki kızlardan biri yine sordu: "Titorelli! O hâlâ gitmiyor mu?"
"Susun!" diye bağırdı ressam kapıya doğru. "Bu beyle görüştüğümü
görmüyor musunuz?" Ressam fırlayıp kapıyı araladı; kızların birbirine
kenetlenmiş yalvaran elleri görüldü. K. ise kapıya doğru Ģöyle bir baktı. Yine
de K., kızların sessizce arkasında oturdukları kapıya bakmadan edemedi. Bir
tanesi, kapı aralığından bir saman geçirmiş, yavaşça aşağı yukarı sallayıp
duruyordu. Tahta aralıklarından hava girdiği için pek gerek olmasa da, içeriyi
havalandırmak istediğimde, kapılardan birini ya da ikisini birden
açıveriyorum." Bu açıklamayla biraz teselli bulan K., ikinci kapıyı görmek
için etrafına bakındı. Bu sözlerin üzerine, K. küçük kapıyı ancak fark
edebildi. Burada olmadığım zaman beni beklemesi için kendisine bu kapının
anahtarını verdim. Ancak genelde, sabah erkenden ben uyurken geliyor ve doğal
olarak her seferinde başucumdaki kapıyı açarak beni uyandırıyor. Buradaki
kapıları menteşelerinden çıkarmak için bir dirsek darbesi yeter de artar."
"Gidiyor işte!" diye bağırdılar kapının arkasından. "Yakında
yine gelirim," dedi K. ve aniden bir karara varıp ceketini giydi,
paltosunu omzuna attı, kapıya doğru ilerledi. "Açsanıza kapıyı," dedi
K., herhalde kızlar tuttuğu için direnen kapının koluna asılarak. "Buradan
geçin, daha iyi," yatağın arkasındaki kapıyı gösteriyordu. Ancak ressam
kapıyı açmak yerine yatağın altına süzülüp bulunduğu yerden ona seslendi:
"Bir
saniye bekleyin lütfen! Size satabileceğim bir resmi görmek istemez
miydiniz?" Sonra da yatağın üzerinden eğilip kapıyı açtı. Tam o sırada
açık kapıdan dışarı baktı ve irkilerek geri çekildi. Atölyenin diğer kapısının
açıldığını görmüş, buraya ulaşmak için dolaşıp gelmiş olmalıydılar. Kendini avukatın
kapısı önünde bulduğunda saat onu geçiyordu. Kapıyı çalmadan önce, bu sorunu
mektupla ya da telefonla halletmesinin daha doğru olup olmayacağını bir kez
daha düşündü, çünkü görüşme kuşkusuz çok zor geçecekti. K. zilin düğmesine
ikinci kez basarken, arka kapıyı görmek için geri baktı, ancak bu kez o da
açılmıyordu. Birisi kapıya dayanarak tokmağı çevirdi, içeriye dönüp "Bu
o," diye bağırdı ve hemen ardından sonuna kadar açtı. K. kapıyı itmeye başlamıştı,
çünkü komşu kapının kilidinde bir anahtarın döndüğünü duymuştu. Bir an onu
gözleriyle izledi, sonra da kapıyı açan kiĢiye baktı. K., Bay Huld'un çalıĢma
odasının önünde durdu, kapıyı açtı ve uysalca ilerleyen tüccara seslendi: "O
kadar acele etmeyin, ışığı şuraya tutun." "Peki ama neden? Peki ama
neden?" diye sordu tüccar, K.’nın iteklemesiyle kapıya doğru ilerlerken.
"Biraz daha nazik olsana," diy| karşılık verdi Leni, kapı eşiğinde
son bir kez arkasına dönerek. Kâsesiyle geri dönmüĢ, kapı girişinde duruyordu.
Hemen ardından, gidip küçük bir kapıyı açtı. K. kalkıp baktı ve kapı eşiğinden
bunun alçak tavanlı, penceresiz bir oda olduğunu gördü. Ancak tam kapıya ulaşmıştı
ki, Block alçak sesle seslendi: "Sayın şef!" Kapıyı arkasından itti.
Leni ayağını aralığa koyup kapıyı açık tuttu, K.'yı kolundan çekti ve geri
götürmeye çalıĢtı. Odaya girmeye cesaret edemedi ve K. da kapıyı kilitledi.
"Galiba kapıyı kilitlediniz," dedi avukat. Ben kendisini çoktan bağışladım,
kapıyı kapatmasaydınız sözünü bile etmeyecektim. Kapıyı açın ve burada, gece
masasının yanında durun." İlk uyarıda dışarı çıkabilmek için de kapıyı
açık bıraktı. Kapı deliğinden arada bir onu görebiliyordum. K.'nın elini sıktı,
sonra tekrar müdürün elini sıkıp ikisinin eşliğinde kapıya doğru ilerledi: Yüzü
onlara yarı dönük olarak, konuşmayı sürdürüyordu. K.'nın meşgul olduğunu
gördükleri için de, kapıda bekliyor ama seslerini duyurmadan çekip gitmeye
yanaşmıyorlardı. Kapı açıldıkça, loş holde müşteriler beliriyor, çekinerek
selam veriyorlardı. Ayrıca, topal bir zangoç gördü uzaktan, adam bir duvar
kapısından kayboldu. Ana girişe geri döndü, bir süre ne yapacağını bilemeden
orada durdu, sonra İtalyan'ın başka bir kapıda bekleyip beklemediğini anlamak
için yağmur altında katedralin çevresini dolaştı. Şimdilik serbestti, hâlâ
ilerleyip birkaç adım ötesindeki üç küçük karanlık kapının birinden
kaçabilirdi. Bekçi, her zamanki gibi açık duran kapının önünden çekilir ve adam
içeriye bakmak için eğilir. Bekçi ona bir iskemle verip kapının yanına
oturtur.'Bu kapıdan girme hakkı yalnız sana tanınmıştı, bu giriş sırf senin
için yapılmıştı. Ben artık gidiyorum, kapıyı da kapatıyorum.'Görevi yabancıları
uzaklaştırmak olsa bile, kendisi için yapılmış giriş kapısından adamın
geçmesine izin vermesi gerekirdi." Uzun yıllar boyunca, yerinden
ayrılmadan gözetlemiş ve kapıyı ancak en sonunda kapatmıştır. Her şeye karşın,
söz konusu saflık ve gurur belli belirsiz olsa da, bunların kapı bekçiliğine
zarar verdiğini kabul etmek zorundayız. Daha ilk baştan, adamı kendi
savunmasını aşarak içeri girmeye davet ederek çakalaşıyor, sonra da onu kovmak
yerine, metinde söylendiği gibi bir iskemle verip kapının yanına oturtuyor.
"Yasa'nın içeriğini değil de, yalnızca kapının önünde gidip geldiği yolu
bildiğini söylüyorlar. Kapının yanında bir iskemleye oturup ömrünü oradö geçirir,
ama bunu isteyerek yapar, öyküde buna zorlandığı belirtilmiyor. Ayrıca Yasa’nın
hizmetindedir ve hizmeti yalnızca bu kapıyla ilgilidir; demek ki bu adamın
hizmetindedir, çünkü kapı sırf onun için yapılmıştır. Öykünün sonunda, 'Artık
gidiyorum ve kapıyı kapatıyorum' der. Ama başlangıçta, Yasa kapısının her
zamanki gibi açık olduğu belirtilmiĢtir. Oysa kapı 'Her zaman', yani içeri
alacağı adamın yaşam süresinden bağımsız olarak açık duruyorsa, bekçi onu
kapatamayacaktır. Bazıları, kapıyı kapatacağını söylerken bekçinin yalnızca bir
yanıt vermek istediğini, bir kısmı görevini vurgulamak istediğini, diğerleri
ise adamı son bir kez pişmanlık ya da üzüntüye boğmaya çalıĢtığını söylüyorlar.
Ancak yorumcuların büyük bir bölümü, kapıyı kapatamayacağı konusunda birleşiyorlar.
Hatta, en azından sonuna kadar, bekçinin bilgi açısından adamdan geri
kaldığını, çünkü adamın Yasa kapısından çıkan parıltıyı gördüğünü, bekçinin ise
görevi gereği kapıya sırtı dönük olarak durduğunu ve bir değişiklik fark
ettiğini gösterecek bir açıklamada bulunmadığını düĢünüyorlar." "Ana
giriş kapısına yaklaşmadık mı?" Kapı önünde, içeri girmek için
birbirlerine yol vererek nezaket gösterisinde bulundular. K.'nın kapısı önünde,
aynı gösteri çok daha büyük bir boyutta tekrarlandı. Ziyaret kendisine önceden
bildirilmediği halde siyah bir giysiye bürünmüş olan K., birisini bekliyormuş
gibi kapı yanında oturmuş, yeni eldivenlerini yavaş yavaş parmaklarına
oturtarak eline geçirmekle meşguldü. Kapıyı aşar aşmaz, garip bir biçimde
kollarına asıldılar. Ama ona en çok saygı gösteren de bunlardı ve saat on birde
evine dönmek üzere ayağa kalktığında, içlerinden biri ağır paltosunu giymesine
yardım etmeye çoktan hazır olur, bir diğeri yerlere kadar eğilerek ona kapıyı
açar ve elbette Hasterer'in ardından K. da salondan ayrılırken eğilmeyi sürdürürdü.
Sorgulamaların yararsız olduğu, sonuç vermediği ve veremeyeceği, artık oraya
hiç gitmeyeceği, mektup ya da telefonla gelen çağrıların hiçbirini dikkate
almayacağı ve habercileri kapıdan kovacağı yolundaki benzeri duyulmadık sözleri
kayda geçirilmiş ve ona şimdiden büyük zarar vermişti. Her Ģeye karşın K. bu
olaydan korkmamıştı; fırsatını bulduğu ve kendini biraz olsun güçlü hissettiği
anda müdür yardımcısını ziyaret etmek ya da gelmesini istemek için kapısında
dikiliyordu. Müdür yardımcısı hemen içeri girdi ve kapının yakınında ayakta
durdu, kelebek gözlüğünü sildi -yeni bir alışkanlıktı bu- K.'ya baktı, sonra
onunla açıkça uğraşmamak için odayı baştan aşağı biraz daha dikkatlice
inceledi.
24 Haziran 2012 Pazar
KURMACA SONSUZ EVRENLER, MEKANLAR
Alberto Manguel'in Geceleyin Kütüphane ve Okumanın Tarihi kitaplarının ana konusu ''Kütüphane'' ve bu yapıyı tasvir etmekte kullanılan kelimeler: ''sonsuz evren düzen-düzensizlik kendini tekrar etme (döngüsel bir yapıda olması) '' daha önceden CALVİNO’NUN GÖRÜNMEZ KENTLERİ VE BORGES’İN BABİL KİTAPLIĞI''nın üzerinden ufak bir incelemesini yapmış olduğum ''Labirent'' kavramıyla çakışınca Kütüphaneyi sonu gelmeyen bir labiret alanı gibi hayal etmeye başladık ve bunun bir maketini gerçekleştirdik.
Bu maketle beraber ortak sergimiz için mekanımızı gruptaki diğer bireylerle birlikte kararlaştırmış olduk.
Müjde Bayraktar
Ayşenil Şenkul
Ceren Acun
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)